M.ARSLAN
  KENT VE HALK ADLI ESERİN TAHLİLİ
 

"Yerleşim bir hizmet veya meta değildir.
Yerleşim bir özerliktir:
bir araya gelme özgürlüğüdür,
gerçek hak sahiplerinin -halkın-
karar verme özgürlüğüdür."
-Jean Robert-


   Habitat uluslararıs koalisyonu tarafından basıma hazırlanan Meksika Üniversitesi Arkeoloji Profesörü Jean Robert'in bu kitabı, halkçı yerleşim fikir ve uygulamaların yazılmamış tarihini yazıya dökmeyi amaçlıyor. Kitap sadece kentleşme tartışmaları ve somut uygulamalarını aktarmakla kalmayıp, konut sorunu üzerinde ayrıntılı bir analiz sonrası alternatif bir proje de geliştiriyor.

GİRİŞ

   Kent üzerine alternatif düşünceler ele alınarak oluşturulan bu yapıtın giriş bölümünde Konut Sorunu’nun dünü ve bugünü tarihi akış içerisinde okuyucuya aktarılır.
   Eserin çeşitli sayfalarlında dillendirilen ve doğru beni en çok etkileyen yargı olan “İnsan şairce konaklar” sözüyle konaklamanın şiirsel bir eylem olduğunu anladım.
“İnsan şairce konaklar” (Hölderlin, 1979).
   Eserin giriş bölümünde geniş bir bakış açısıyla ele alınan konut sorunu, bu konuda kafa yoran çeşitli filozoflardan söz edilir. Bunlardan bazıları şunlardır: Martin Heidegger, Hölderlin, Merlau-Ponty, Schumperter, Bourdet, Engels, Paul Montoux, Marx, John Turner…
   Giriş bölümü için gemel bir çıkarımda bulunmak gerekirse bunu bir paragrafla şöyle ifade edebilirim: Eserde geneli kapsayan tartışmanın sınırları ve konuya yaklaşım tarzı çeşitli düşünürün düşünceleri ile örülmüş geniş bir çerçevedir. Her bölümde konut sorununun farklı tarafları ele alınmış ve tartışılmıştır.

1. BÖLÜM

   Bu bölüm Kendiliğinden yerleşim ve düşmanları başlığıyla başlıyor. İnsandaki yenileme tutkusu, değişen ekonomik ve toplumsal koşullara yaşamı uyarlama sürecinde kaynakların özgün ve becerikli kullanımına dikkat çekilir.
   Siyasal seçkinlerin varoş olarak niteledikleri ve sınırlarını yine kendilerinin çizdiği bölgelerde dillendirdikleri yeniden yapılanma çerçevesinde yok edilen sosyal yaşantılara değiniliyor.
   Konut sorunu üzerinde belirleyici olan siyasal erk yenileme çalışmalarıyla aslında kendi dünyalarını yaratmaktadırlar.
   Varoş, geri kalmış, düşük gelirli mahalleler vb.. yakıştırmalarla adlandırılan ve seçkinlerin faaliyet alanı olan bölgeler üzerinde karar hakkına sahip kişileri iki kurtuluş yoluna götürür. Bunlar:
   1. Temiz ya da rehabilitasyon
   2. Evsiz kalanlar içini kamu konutları sübvansiyonun eşlik ettiği yenilemedir. Her iki karar da insanları sosyal kültürel çevresinden koparmaktadır. İnsanların yıllarca ördüğü sosyal ve kültürel bağları koparmaktadır.
   Kişilerin toprakla olan sıcak ilişkisi bir çırpıda ortadan kalkmaktadır. İnsanlar ikinci sınıf yurttaş olarak ikna ve kişiler kent hayatının zorluklarıyla baş başa bırakılıyor.
   Bu bölümde devletin büyük işlerinden bahsediliyor ve zenginlerin “varoş temizlikleri” ya da kent yenileme gibi programları nasıl kendi taraflarından fırsata çevirdikleri anlatılıyor.
   Konut sorununu çözmeye ilişkin üretilen projelerin iki mitosundan bahsediliyor. Bunların ilki toplumsal patoloji; diğeri ise kurtarıcı düzeltmelerdir.
   Her iki kurmaca âlem de sözde konut koşullarını geliştirirken, adaletsiz yaşam koşullarından daha büyük eşitliksizliklere göz yumdurmaktadır.
   Konut sorununun ele alınırken sapmalara uğradığından söz edilir. Konut hakkı savunucularının pek çoğunun örnek projeler üzerinden olayı çözmeye kalkmasının büyük bir yanılgı olduğu anlatılır.
   Konut projelerinin çoğunun Pazar tarafından belirlendiğine ve bu bağlamda şanslı iş adamlarının bulunduğuna işaret edilir.
   Eserde verimsiz politikaların konut sorununu nasıl körüklediğini belirtir. Ülkelerarası farklılıkları yok sayarcasına ithal konut projeleri, toplumsal uygulamalar ve kurmaca kentler ile hem tarihe hem kültüre hem de çağa kafa tutulmaktadır.
  Zenginin, seçkinin, siyasinin egemenliğine dayalı krallıklar yaratılmaktadır. Birinci bölümde ağırlık kazanan görüşün çözüm önerisini maddeleştirmek gerekirse:
1. Mevcut ucuz konutların miktarını artırmak,
2. Konut sorununu daha geniş bir bağlam içerisine yerleştirmek,
3. Konut pazarlarının politik olarak düzenlenmesi gereği,
4. Konut sorunlarının kentsel sorunlarla karşılıklı bağımlılığı… 

ÖZET

   Birinci bölümde kendiliğinden ya da denetlenemez diye adlandırılan yerleşim yerlerine ve popüler kentleşmeye (Gizli ya da istila yoluyla kentleşme) tepki olarak geliştirilen üç farklı resmi tavır ya da üç politik faaliyet çizgisiyle tanımlanıyor. Bunlar:
   1. Yıkım ve tahliye (Baskıcı)
   2. Yeniden Yerleştirme (İkameci)
   3. Destekleme (Peru, 1950) (Desteklemeci)
   Birinci bölümde konut sorununu çözme anlamında ön plana çıkan ana fikri Öz denetimli yerleşimin desteklenmesinin en iyi politika olduğu uzlaşısına ulaşılmasıdır.

2. BÖLÜM

   Bu bölümde öz denetimli yerleşimi desteklenmesi sürecinden uygulamaya geçişin yolları üzeninde durulmuştur.
   Destekleme politikaları çerçevesinde kavramlar ele alınmıştır. Yeni bir söyleşiden bahsedilmektedir. Bu söyleşide uzlaşının kristalleşmesinden belirleyici rol oynayacak ikna gücü yüksek kişilerden yararlanılacağı anlatılmaktadır.
   Resmi kentleşmenin iflasından sonra üretilecek uzlaşılar sorunun çözümüne gidecek en güvenilir yollarıdır.
   Plansız, denetimsiz, popüler kentleşme, dünya ileri gelenlerinin entelektüel ve kurumsal iflasını kanıtlıyor (Turner, 1969, s:2)
   Bu bölümde konut sorununun boyutlarını anlamak için konut açığını ölçü olarak almayıp sorunun kökenine inilmeye çalışılıyor. Sorunu temelden anlamaya dayalı çalışmalar ağırlık kazanmaktadır.
   Konut sorununu yalnızca fiziksel nitelikler üzerine oturtursak; kavramsal araçların izni oranında soruna yaklaşabilir. Bu da yüzeysel çözümler üretmek anlamına gelir.
   İkinci bölümde üzerinde durulan bir diğer taraf da yerleşimin üç işlevinin olduğudur. Bu üç işlev:
a) mevki
b) güvenli kira süresi ve
c) korunmadır.
   Konut sorunun çözümünde karar vericiler üzerinde durulur ve halkın özerkliği üzerinde yoğunlaşılır. Bu noktada bazı etkenler sıralanır. Bunlar:
1. Toprak kullanımı
2. Hayat tarzlarının çeşitliliği
3. Resmi makro-başlılığa karşı popüler çok merkeziliktir.
   Konut sahibi olmada çeşitli yöntemlerin olduğunu ortaya koyan bu eser, eşitlikçi, ekonomik, uyumlu ve kadınların da kendi yeteneklerini algılayışlarını ortaya çıkarabilen bir özellikte olmalıdır.
   Yapmamız gereken kendi isteklerini dayatma konusundaki boş ve yıkıcı çabalarımızdan geçmek ve yürütme kurumlarımızla şirketlerimizin gasbettiği yetkeyi yeniden kazanmak için çaba gösterenlere destek olmalıyız (Turner, 1971, s. 34).
   İkinci bölümün sonunda öneriler sıralanmakta ve tavsiye nitelikli sonuçlara varılmaktadır.
1. Kent yerleşimlerinin planlanması veya denetimi, konutlaşma talebi ile ilgili bütün alanlarda etkin hükümet eylemini gerektirmektedir.
2. Hiçbir hükümet, gerçek kentleşme süreçlerini ve bu konudaki öncelikleri temel almayan konut politikalarını ve düzenleyici planları dayatmamalıdır.
3. Hükümet özellikle konut ihtiyacının “Taplu konutlar” yapılarak giderilmesi konusunda her türlü girişimden uzak durmalıdır (Turner, 1962, 2, s.28).
  
3. BÖLÜM

NEW YORK, 1994 SÜBVANSİYON SORUNU VE KONUT
 Yazar kitabın bu bölümünde zengin bir ülkede konut durumunu ele almıştır. Yazar “okuyucular tarafından zengin bir ülkede her şeyin daha farklı olduğuna inanılabilir” diye düşünmekte.
 Zengin ülkelerde bir yandan düşük gelirli kesimlerin artan yoksullaşması, öte yandan neo-liberal serbest ticaretten faydalanan azınlıklarca elde edilen, yeni zenginliği kayıran kentsel planlama pratiklerinin yoksul ülkelerde uygulanması, zengin ülkelerde de açık bir şekilde görülmektedir.
 Yazar konut sorununu zengin ülkelerde incelemesinin sebepleri arasında standartların eleştirel incelenmesini, sübvansiyonların kullanımının eleştirel tartışmasıyla tamamlanmasına bağlamaktadır.
—sorunları yeniden tanımlamak
 Yazar ABD deki konut politikalarının yoksullaşmış düşük gelirli kesime etkileri üzerine birçok çalışmayı incelemiş ve şu sonuca varmış; zengin, modern ve resmi kesimlerle yoksul, geri kalmış gayri resmi ve yoksul kesimler arasındaki toplumsal itilaf eskisi kadar kuvvetli değil.

BUGÜNÜN GELİŞMİŞ ÜLKELERİNDE KONUT YAPIMI VE SAĞLANAN DESTEKLER

 İkinci Dünya savaşını izleyen ekonomik refah yıllarında, büyük Amerikan kentlerinde yaşayan en yoksul kesime kiralanmak üzere ayrılmış çok ucuz ev ve odaların hemen hemen tümü yeni yasalarca yasadışı olarak nitelenmiş ve bu tür yerleşim alanlarının yapımı evsizlerin barındıkları mahalleler gibi yasaklanmıştır (Hoch, 1983). Ekonomik refah yılları sırasında artan bolluk, modası geçmiş olarak nitelendirilen ucuz evlerin yıkımı ile sonuçlanan yeni kısıtlayıcı kurallar getirdi. 1980 li ve 1990 lı yıllarda yetkililer, kamu fonlarını kullanarak yoksullar için toplu barınaklar açtılar (Jencks, 1994.2).
-kurumsallaşmamış karşılıklı destek biçimlerinin yok oluşu
1) Barınakların verimsizliği. Kolektif barınaklar, yeni konut krizine kurumsal çözümün klasik bir örneğini oluşturmaktadır. Barınaklarda kalan insanlar bu barınakların kendilerine artık ar¬kadaş ya da akrabaların cömertliğine bağımlı olmama fırsatını sağlayacağını düşünebilirler. Aslında kurumsal babalık (açık barınaklar ve aşevleri) geçici bir rahatlık sağlayabilir. Fakat halkın karşılıklı destek kapasitelerinin yerini alması halinde yıkıcı olmaya başlar.
2) denetimli "düşük maliyetli" yapılaşmanın verimsizliği.
New York'ta, konut tahsisatlarını düzenleyen kurum, "New York Konut İdaresi"dir (NYCHA). Kurum, kendi kaynaklarını kullanmak amacıyla, çalışmalarının bir kısmını tahsisli konutlardan edindiği kiralardan finanse etmekte ve bu yüzden ödeme gücü olan isteklilere öncelik tanımaktadır.
Özetle; NYCHA tarafından yö¬netilen barınaklar ve düşük maliyetli konutlaşma, pek çok "yoksul insanın kurumsal denetimden uzak, rahat bir yaşam sürmesini sağlayan karşılıklı destek ağını bozduğu gibi, yok¬sullara pek bir yarar da sağlamamıştır.
3) Kamu ve özel sektörlerin yürüttüğü konutlaşma¬ya büyük miktarlarda tahsisat ayrılmasının verimsizliği: 1989 yılında, yasayla kira tutarı da kişinin gelirinin üçte bi¬riyle sınırlandırıldı. Sübvanse edilen bir apartman için, hükü¬metin ortalama harcaması 350 USD idi bu meblağın büyük bir bölümü Konut ve Kent_Geliştirme Bölümü "(Department of Housing and Urban Deveiopment)" (H.U.D.) tarafından karşılanmakta idi.
4) Hedef Grupları Desteklemenin Verimsizliği: Federal Hükümet 1991 'de daha önceki yıllarda geçmiş yönetimlerce, tartışmalı A.F.D.C. (Çocuklu Ailelere Yardım) programı çerçevesinde, yapılandan daha fazla konut destek fonu tahsis etti.
-bazı geçici sonuçlar
Tipik bir gelişmiş ülkede, halk sektörüne genel bir ba¬kış, bize gerçek halk girişimlerinden çok, azalan yaratıcı öz¬gürlük olanakları hakkında fikir verir. Kaynaklarının önemli bir kısmını toplumsal politikalara tahsis eden ülkeler¬deki bazı koruma kurumlarının incelenmesi, neyin yapılma¬ması gerektiği konusunda iyi bir örnek olabilmektedir.
-‘birinci dünya'dan alternatiflerin ruhu
Zengin ülkelerden gelen alternatifler, toplumsal harcamalar için, fonlar oluşturulması üzerine kuruludur. Bu¬radaki kritik nokta, konut sübvansiyonlarının varlığı ya da yokluğu değil;
a) Sübvansiyonların tahsisi için, geniş bir kamu tartış¬ması yapılması ve hak sahiplerinin bir profilinin çizilmesi gerekliliği,
b) Sübvansiyonların, kendiliğinden denetimli yerleşimi destekleyen politikaların önünde bir engel oluşturmaması; tersine bu politikaların bir aracı olması gereği,
c) Yerel olarak yönetilen bu sübvansiyonların, modern tekno-ekonominin yıkıcı 'boyut dalgalarını denetim altına alacak engellerin güçlendirilmesine katkıda bulunması gereği,
 
d) Hakiki destekleme politikalarının bir aracı olarak sübvansiyonların, yerel karar alma süreçlerinin önünü açması gereği.
e) Felaketlere yol açmalarının önüne geçmek için (Jacobs, 1961, s.291) sübvansiyonların, tedrici olması gereği. Önemlidir.

BÖLÜM 4

ZENGİN BİR ÜLKENİN YOKSULLAŞAN DÜŞÜK GELİRLİ KESİMİNDEN ÇIKARILACAK DERSLER VE BUNLARIN YOKSUL ÜLKELERDEKİ GEÇERLİLİĞİ
  Yazar, 4. bölümde bu türden az sayıdaki politikanın uy¬gulamalarını incelemektedir.
Yoksul ülkelerde, birinci dönemdeki resmi konut politi¬kaları, tahliyeler ve baştan savma kentsel yenilemelerle sürdürüldü. Eleştirel gözlemcilerse bu politikalara karşı çıkarak, in¬sanların yerleşim faaliyetlerinin tutarlı bir şekilde desteklen¬mesini savundular (Fichter, Turner, Geneli, 1972). Zengin ülkelerdeki düşük gelirli kesimlerin yoksullaşmasıyla tanımlanabilecek ikinci dönemde, ko¬rumacı politikaların desteği bilinen bürokratik müdahalelere eklendi.  
1. Felaket parasına karşı hayat veren para
-kentlerin içkin başarısı ve bunun koşulları
Yazar insanların ve hükümetlerin kent ve konut politikalarının başarı koşullarına bakarak iki ayrı yönden ele almaktadır:
1- İçkin başarının koşullan, köklü pratiklere saygı gösterilmesi, kent merkezine yakın yerlerde ucuz konutların korunması gibi karşılıklı birbirini destekleyen çeşitliliktir.
       2. Bunun yanı sıra kent ve konut politikalarının başarı ya da başarısızlığının dışsal koşullarını da görmemiz gerekir. Sübvansiyon ve yabancı yatırımlar bu kategoridendir.
-"nasıl?" sorusu da en az "ne kadar?" sorusu kadar önemlidir
Paranın dağıtılmasında kullanılan yöntemler, en az dağıtılacak miktarlar kadar önemlidir: önemli olan paranın mevcudiyeti değil, paranın nasıl elde edileceğidir.  Desteklenecek konut faaliyetlerinin ihtiyaçlarını karşılayabil¬mek için, paranın dağıtılmasında kullanılacak yöntemler, mahalle ve kentlerin içkin başarı ya da başarısızlığına neyin yol açtığının anlaşılması üzerine kurulmalıdır.
-özel para, kamu parası ve üçüncü para
Paranın içkin başarıyı nasıl teşvik edebildiği ya da engelleyebildiğini; küçük yatırımların bazen iyi paranın yolunu nasıl açtığını ya da büyük kamu yatırımlarının nasıl kötü para sağanaklarına yol açtığını anlamak için, genelde kullanılan paraların türünü incelememiz gerekir. Konut yapımı ve bakımında üç tür para kullanılmaktadır.
1) özel sektör kuruluşlarınca sağlanan krediler. Bu kredilerin kaynağı, sigorta şirketleri, ticari bankalar, emekli "aylığı fonları gibi çeşitli tasarruf ve istikraz kurumlandır.
2) kamu kesimince sağlanan ya da desteklenen para: Devletler, vergi gelirlerinin bir kısmını, ucuz konut yapımını da içeren kamu harcamalarına ayırırlar.
3) İnsanların 'kapitalizasyon kapasiteleri': Meksika gibi yoksul bir ülkede, konut inşasında kullanılan fonların çoğunluğunun kaynağı, halkın kendi tasarruf kapasiteleridir. ABD gibi zengin ülkelerde, bankaların, bazı mahalleleri içeren kara listeleri vardır ve bu mahallelerde ipoteğe hiçbir koşulda izin verilmez.
-neo-liberal, post-modem kentçilik mi?
Liberal gelenekten gelen iktisatçılar, devlet müdahalele¬rinin sadece, ekonomik mekanizmanın çeşitli parçalarını ha¬rekete geçirmek amacıyla yapılması gerektiğine inanıyorlardı. Ekonomik müdahaleler gereksizleştikçe toplum daha fazla ekonominin yasalarınca yönetilmeye başlayacaktı. Devlet müdahaleciliğini değerlendirirken temel düşünceleri şuydu; uzun dönemde müdahale olmaması için orta dönemde müdahalecilik. (Polanyi, 1957).
2. Zengin ülkelerden gelen girişim ve fikirler
-kamu fonlarıyla ilgili kamusal bir tartışma
Genel fikir, yoksul ülkelerin birçoğunda sözde 'neo-liberal modeli uygulamanın Masrafları’na bağlı olarak yok ol¬ma tehdidiyle karşı karşıya bulunan toplumsal konut politi¬kalarını terk etmemek yönünde (Pradilla, 1994). Buna karşın, eğilim, onların daha sağlıklı ilkeler doğrultusunda yeniden yönlendirilmesi yönünde.
-Kamu parasının iyi para olarak kullanımına bir tipoloji taslağı
1- Kamu parası olmayan iyi para.
2- Kamu parası üçüncü parayı etkin kılar.
3- Kamu parasının iyi paraya dönüşmesi.  
-dolaysızlaştırmanın konut politikalarına uygulan¬ması
John Turner, Londra'ya döndüğünde, "insanların kendi yerleşimlerini kendilerinin kurması ilkesinin zengin bir ülkede de uygulanabileceğini kanıtlamak istedi. Devletin_düşük gelirli ailelere kiralarını ödeyebilmeleri için yaptığı aylık yardımı toptan ödemesini önerdi. Turner, ödenen parayla ailelere üç ay içinde kendi evlerini yapmaları için gerekli malzemeyi sağlayacaktı. Turner'm önerisi kabul edildi ve proje başarıyla sonuçlandı.
    3. Konut sorunu ve pazarda yapılması gere¬ken politik düzenlemeler
-ucuz konut edinebilmek için kuralları değiştirmek
Buradaki ana nokta, en yoksulların yerleşim hakkına saygı gösterilmesidir. Toplu sığınma evleri inşası ya da insanlara sübvanse edilmiş konutlar için sıra bekletmek, bu hakka saygı göstermenin hiç de olumlu yolları değildir. New York'taki sığınma evlerinde, zararsız ve incinebilir insanlar şiddete eğilimli kişilerle birlikte yaşamaya zorlanmaktadır.
 -daha eşit ve düzenlenmiş bir emek pazarına ulaşmak
Pazar toplumunda insanlar, özerkliklerini sağlayabilmek için gerek duyduklarında ücretli bir iş bulabilmelidirler. Özellikle işlerini kaybetme tehlikeleri yüksek olan en yoksul insanların iş bulmasını zorlaştıran, uzmanlaşmamış işçilere duyulan talebin giderek azalmasına ilişkin düzenlemeler yapılmalıdır.
-her durum için farklı bir strateji
Dolaysızlaştırma ve düzenlenmiş emek pazarı gibi stra¬tejiler her duruma uyan reçeteler değildir. Genç, dinamik bir işsiz, belgesinin dolaysızlaştırılırmış dengini kendisi yönetmeyi ve düzenlenmemiş pazarda iş aramayı tercih edebilir.

                                                BÖLÜM 5
YENİ RADİKAL SORUNLAR
 I. Tazminat mantığının sınırları
Zaman zaman gecekondu semti olarak değerlendirilen ve sağlıksız damgası vurulan mahallelerde oturan insanlar evlerini, profesyonel standartlara uygun inşa edilmiş, 'rahat konutlar için terk etmeye karşı çıktıklarını görürüz. Acılarına komşuları ve kendi geçmişlerinin izleri arasında katlanmayı yeğlerler.
1- Gecekondu bölgesi yerleşimcileri, taşındıklarında, uzun yıllar boyu ördükleri yardımlaşma ağını (aile benzeri ilişkiler, kültürel akrabalık) kaybediyorlar.
2- Yerleşim mevkilerinden kaynaklanan bazı belirgin avantajlarını yitiriyorlar.  
3- Daha az avantajları olan yeni yerleşim yerleri, yoksul insanları bütçelerinin daha büyük bir kısmını ulaşıma ayırma zorunda bırakır.
-kişinin kendini tanış bir dünyaya uyarlama hakkı
Yerleşimcilerin, yeni yerlerin bazen, ekonomik yönden daha avantajlı olmasına rağmen yerlerinden edilmeyi redde¬dişleri, ekonomik rasyonaliteden daha temel bir kriteri göste¬rir. Belki de bunu en iyi şu şekilde ifade edebiliriz: "İşte geç¬mişte yaptıklarımın izleri, işte yaşamak istediğim yer". Başka zamanlarda, başka çevrelerde sınır dışı edilmeye direnenler de şöyle söylemiş olabilirler: "Yaşamak ve ölmek istediğim yer atalarımdan kalanların yanıdır". Yoksul ülkelerde, daha iyi yaşama ortamları planlama¬yı düşünenler için birer model teşkil eden zengin ülkelerde, ev sahibi olmak özel bir ayrıcalıktır; sadece zenginler, evlerine ' bir kapı açabilir ya da duvara bir çivi, çakabilir.

                  6.BÖLÜM
YASA, ETİK VE ÖRFLERİN KORUNMASI
Bu bölümde yasaların, etik ve değerlerin nasıl korunması gerektiğinden söz ediliyor.
 -Yasa: kılıç mı kalkan mı?
Yasalar, yaşam kurallarını düzenleyen yazılı belgelerdir. Marx’ın bahsettiği  yerleşimin poiesis’inin temel bir özgürlük olarak kabul edilen ‘bir kimsenin kendisinin’ anlamına gelen Yunanca ethos sözcüğüdür. Benim kendi yerimi ve benim komşularımın dünya üzerindeki yerleşimlerini; ‘alışılmış olan’ anlamında ‘ortak yer’ i ifade eder.
Örfler (alışagelmiş yasalar), herkesin yaşamını ayrıca toplumda en güçsüzlere dahi ortak alanlarda bir yer sağlanmasını ve buralarda yaşamasını güvence altına alır.
-yasa ve toplumsal değişim
 Yasaların özünü değiştirebilecek makul sürecin varlığının tartışılması yasa teorisinin en önemli sorunudur. Bu sorunla ilgili ortaya konan durumlar şunlardır:
I.yasalar devrimci bir kapasiteye sahiptirler
 Tabakalar halinde düzenlemesi gereken kurallardan oluşan ilki dilin yüzeysel yapısı,  ikincisi kuralları doğuran ya da değiştiren derinlikli yapıdır. Derinlikli yapı ( yasaların ‘doğurgan gramer’), yasallığın doğrulmasının devam edem popüler sürecidir.
 II.Anti-tez: yasalar, olumlu bir toplumsal değişme için araç olamazlar
 ‘Hayır’ cevabını verenler iki tür argüman ortaya koyarlar. İlki; yasal kurumlar, status quo’yu korumaya çalışanların denetimindedir. Yani yasalar, değişim isteyenlere karşı kullanılan bir araçtır. Temelini hukuktan almazlar, politik oyunlar üzerine kuruludur. İkincisi: Yasaların bir toplumun düzenini yansıttığını iddia eder. Buna örnek 1920’lerde ABD’de alkolün yasaklanmasıydı.(Alkol yasası). Bugün yasalar ve toplumsal örf asındaki ayrımın bir başka örneği de uyuşturucu kullanımının cezalandırılmasıdır.
 III. Sentez
 70 yıl önceki alkol yasağı, uyuşturucuya karşı cezalar bugün hala geçerliliğini korumaktadır. Yasalar bu şekilde davranmayı geçerli nedenleri olarak tezahür eden temel ilke ve tutumlara gönderme yapar.’Geçerli nedenler’ insanların hem ahlaksal, hem de çıkarlarına ilişkin olarak güdülediği pratik akılla alakalıdır. Böylelikle bu, insan için davranış kurallarını yansıttığı aşamadır. Bunu yaratacı ahlak olarak tanımlarız. Bu durumdan ahlak, yasayı etkiler ve ondan etkilenebilir. Bu olumsuzlamanın Anglo-Sakson hukuk geleneğinin tarihi; Sakson dünyasında Bentham (Bowring, 1962),Austin (1832) ve çağımızda Kelsen (1967/1911) yasal düşünce akımını, yasal positivizm ( formel yasama süreci) olarak tanımlar.
 -yasal positivizmin eleştirisi: yasa yasaya karşı
 Yasal positivizm ilk olarak Roma hukukuna dayanan Latin yasa geleneğiyle fikir ayrılığından ortaya çıktı. George Moore tarafından yasal positivizmin iki hatasını ortaya koymuştur. İlki doğalcı hata: ’haz iyidir’ demek, ‘haz’ ‘iyi’ den ayrı tanımlandığında anlamsız olur. İkincisi öznelci hata: ahlakın kültürel boyutunu reddeder. Moore, yasal pozitivistlere karşı yasayı, insanların günlük işlerinde ahlaki ve politik olarak bulmada ‘iyiyi kavradıkları’ popüler ahlak ve otorite ağına dayanır.
 -yasanın derin yapısının tanınması
 Geçerli nedenler kavramı üzerine inşa edilmiş yasa teoresinin iki çelişen noktası vardır. a) Yasal positivizmi aşar; b) Yasaya karşı yasa argümanını aşar. Örfi ahlak ile yasa arasındaki bağı yükümlülük kavramı kurar. Yükümlülük kavramı, böyle anlaşıldığında, yasanın, hem ‘ahlaksal’ hem de ‘yasal’ olarak daha uyumlu bir anlayışını olanaklı kılar.
 Yasayı uzlaşmazlıkların çözümüne imkan veren bir kurum olarak algılarsak iki çeşit çözüm ayrımı yapabiliriz: çıkarlar üzerine kurulu uzlaşmazlıkların çözümü ve ideallerin üzerine kurulu uzlaşmazlıkların çözümü.

  YASANIN YENİDEN BİÇİMLENDİRİLMESİ
 Yasa tarihinde, özgürleştirici olan, yükümlülük kavramı olmuştur. Aktif ve pasif haklar arasında bir ayrım olduğunu varsaymak, katılımcı ve dağıtımcı bir adalet arasında bir fark koymakla eşdeğerdir. Katılımcı adalet örgütlenme özgürlüğü içinde özerk eylemlerde bulunma sivil özgürlüğümü garanti eder. Dağıtımcı adalet ise olumsal hakları, bitmiş malların tüketimi ile sınırlar.
 -biçimlendirme ölçütleri
1) basitlik ve şeffaflık. 2) toplamı sıfır olmayan oyunları tercih. 3) iki grup kuralı ayırt etmek. 4) oyuncularla kuralları koyanları ayırt etmek. Bu ayrım kolektif oyunlardaki, oyuncular ve hakem arasındaki ayrımdır.” Konut oyunu”nun kurallarını koyanlar ondan kazanç sağlamaktan kaçınmamalıdırlar.

 İYİ BİR KONUT YASASI PROFİLİ
 Uluslararası Habitat Koalisyonu (HIC) 1976’dan bu yana değişik yasaların, gecekondu yerleşimlerinin tahliyesini önlemede uygun kullanımını incelemektedir.
 -toplumsal mekanları savunmak için bir araç olarak yasa
Merkezileştirici bir aygıtın yükümlülüğü altına girmez istemezsek yasayı, sivil toplum ve sivil toplum ve sivil özgürlüklerin toplumsal oluşumunu savunacak bir araç olarak kullanmayı öğrenmeliyiz.

                                                     7.BÖLÜM

                                                 SEÇENEKLER
I.Umutla büyünün bozulması arasında umutlar
Çek şair Pavel Kohout’un 1968 Prag Baharı sırasında yazdığı gibi gerçek anlamda özgür yurttaşlar katılımcı olanlardır. Konut sağlama konusunun ilgilendiği kadarı ile halk sektörü, ana inşaat sektörü olup çoğunlukla kendi kaynaklarını kullanmaktadır. İnisiyatifin bu verimliliği, inisiyatifin yurttaşa ait olduğu görevini hükümetin yapacağı yeni bir politik oyunu ortaya çıkartmaktır.
Gerçekte; ekonomik kalkınma çağı aynı zamanda politikanın çöküşü olarak tanımlanır. Politikanı çöküşü ve bunun ardından darlığı demir yasanın hüküm sürmeye başlaması, adına neo-liberalizm teorisinin ortaya çıkması anlamına gelir. Neo-liberalizm, teknolojinin aynı anda bolluğu ve darlığının toplumlara verilen adlardan biridir.(Virilio, 1996).
II. Politikanın yeri
-adil hakem ve politikanın yeri
‘Politika’ sözcüğü hakemlik olarak algılanmalıdır. Politikacılar sınırsız mal, para ve bilgi akışına kapılarını açarlarsa yani ‘neo-liberal politikalar’ denilen teknolojik ve ekonomik hilelerin hizmetinde kullanacak kadar soysuzlaşırsa, bu felakete yol açar.(Jacobs, 1961).
-poiesis ve politika
Politikayı dışarıdan özgürlüğü ve poisesis’in verimliliğini koruyan bir kalkan olarak görebiliriz.
III. Ekonomiye karşı ekonomi bilimi
Ekonominin biliminin sonunu yaşadığı gören ilk çağdaş yazar Karl Polanyi   (1957/1947).Polanyi Aristo tarafından gözlemlenen bir şeyin sonunu kendi kuşağının izlediğini söyler. Ona göre bu, darlık yasasının düzenlediği bir alan olarak anlaşılan ekonomidir. Birçok Atinalı gibi Aristo da pazara ve sivil meydan agora’ya gittiğinde yoğun iş günlerinde sucuk satıcıları satışların düşük olduğu günlere göre daha fazla fiyat talep etmektedirler.. Darlık ilkesinin pazarı düzenlemesi konusundaki ilk tanım budur.
Aristo öncelikle kapeloi’lerin (sucuk satıcıları) tavrını doğru bulmadığını söyler. Sonuçta Atina agora ‘sındaki yoğun iş günlerinde sucuk satışlarını düzenleyen yasadan daha güçlü bir ilke yürürlüktedir ki Aristo bu ilkeyi oikonomia olarak tanımlamıştır. Oiko-nomia esas olarak kişini kendi evinin (oikos) düzeni (nomos) anlamına gelir. Aristo’cu anlamda oikonomia, ‘erdem’ ya da bir çeşit ‘iyi yaşam’ kavrayışına sahip sınırlı sayıda kişinin hayatta kalmasını sağlayan kurumsal bir düzenlemedir.


IV. Ekonomi biliminden öte ne var?
-konut edinme hakkının ötesinde
Kişinin evini yönetmesinin özerkliği üzerinde ki düşünce günümüzde konut hakkı savunucularının dahi aklına gelmeyen boyutlara ulaşmıştır. Neo-liberal konut politikalarına karşı tutarlı teorik ve pratiklerin ortaya konulması acil bir görev haline gelmiştir.
 -popüler bir ekonomi teorisine doğru mu?
Az sayıda yazar halkın geçim mücadelesi sorunlarını günümüz sınırsız ekonomisiyle bağdaştırmaya çalıştı. Coraggio’nun (1953, s.15) söylediği gibi halkın kapasitesi kişiden bunun uzantısı olarak toplumdan ayrılmayacak ve popüler ekonominin 3 metası (para, toprak, emek) varoluşsal ‘kişinin kendisi’ durumuna iadesidir. Burada ekonomi bilimi değere odaklandığı, halkın geçiminin ise iyiyi aradığı anlayışıdır.
Yapılan gözlem ve edinilen deneyimler sonucu; insanların tasarruf ve sermaye kapasiteleri dahil kendi kaynaklarını kullanmaları kolaylaştırmalı ve özendirilmelidir.
-anlaşmazlıkların çözümü mekanının yeniden yapılandırılması
6.bölümde ele aldığımız anlaşmazlıkların giderilmesi için iki tür çözümü vardır: ideallerden kaynaklanan anlaşmazlıkların çözümü, çıkarlardan kaynaklanan anlaşmazlıkların çözümü.
-bugün iki ekonomik ideal birbirine ters düşmektedir: a) giderek genişleyen ekonomik mekanlar pazarın demir yasasıyla yani darlık yasasıyla düzenlemesini öngören neo-liberal ideal b) ekonominin, iyi bir yaşam konusunda ortak anlayışa sahip sınırlı sayıda kişinin ortak geçimini güvence altına almaya yönelik düzenlemelerin yapılması gerektiği konusundaki ideal. Burada yapılacak en kötü şey iki ekonomi ideali arasındaki anlaşmazlıklarının çözümünün olmadığını söylemektir.
-gece yarısı düşünceleri
Sonuç iki ekonomik mantığın yan yana durmasıdır. Bu ‘pratik ikili’ ancak kurumsal ayrımcılığı içermediği sürece tolere edilebilir. Burada ekonomik oyunların iki politik kuralı şöyle sıralanabilir: 
1)Politik hakem, sınırsız ekonominin gelişimine yerel, somut ekonomik mekanların gelişmesi için gerekli sınırlı dayatmalıdır. 
2) Her yurttaş her iki ‘ekonomi’ biçimi içinde de yer alma olanağına sahip olmalıdır. Aynı evin halkı geçimlerini ev ekonomisinden ya da ücretten sağlayabilirler, ya da geliri giderek azalan bir memur kendi evini yapabilir veya bahçesinde meyve yetiştirebilir.

 

 
  Bugün 2 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol