M.ARSLAN
  TÜRKÇE DÜŞÜN TÜRKÇE KONUŞ TÜRKÇE YAZ
 

TÜRKÇE DÜŞÜN, TÜRKÇE KONUŞ, TÜRKÇE YAZ

  Dil varlığın evidir. İnsan varlığın evinde oturur. Düşünce üretenler ve kelimelerle bir şeyler oluşturanlar bu evin muhafızları olan kişilerdir. Dil bir insan topluluğuna, millete özgü olan o topluluktaki bireylerin duygu ve düşüncelerini anlatmak ve birbirleriyle iletişim kurmak için kullandıkları sesli ve bazen da yazılı göstergeler dizgesidir.

  Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabi bir vasıtadır. Uzun bir zaman içerisinde ve çeşitli tarih, coğrafya ve kültür şartları altında meydana gelir. Sosyal yönü kuvvetli bir varlıktır. Necip Fazıl’ın deyimiyle “Dil kainatın kalbimize nakşettiği plandır.” Çok eskilerden bir örnek verecek olursak Yusuf Has Hacip’e göre “Anlayış ve bilgiye tercüman olan dildir. İnsanı aydınlatan bu dilin kıymetini bilin.”

  Dil aklın aynasıdır. Onu konuşan milletin yaşayış biçimini en geniş anlamda kültürünün, dünya görüşünün tarih boyunca geçirdiği evrelerin başka milletlerle kurduğu ilişkilerin yansıtıcısıdır. Sevgimizi, isteklerimizi tepkimizi, alış-verişimizi, öğrenmemizi, meslek alanlarımızı dil bağlantıları içinde paylaşırız.

  Çocukta dil gelişimi hem olgunlaşmaya hem de öğrenmeye bağlıdır. Bu gelişimde anne babanın yanında kitaplar, öğretmenler ve arkadaş grupları da etkili olur. Okul ortamının çocukta olumlu bir dil gelişimi doğurabilmesi için çocuğun ruhen ve zihnen okula hazır olması gerekir. Konuşma eğitimin temeli çocuklukta atılır. Okul ise yanlışlıkları düzeltip temeli sağlamlaştırmak ve yeni şeyler katmak görevini yerine getirir.

  Dil çocuğu ben duygusundan uzaklaştırıp onu sosyal bir varlık yapar. Toplum dil sayesinde benlik, kimlik ve kişilik kazanır.

  İnsanın gerçek anavatanı anadilidir. Ben onun sınırlarında nöbet tutarım. Anadil bir insanın kişiliğinin gelişmesinde bilgi ve becerilerinin artmasında ve kişinin topluma uyum sağlamasında önemli bir etkendir. Anadil insan ruhunun benliğinin, zihninin arı, en zengin ve adeta en sihirli ürünlerinden biridir. Çocuk kendisine sevgi ve sabır gösteren aile çevresi içinde ve onların gözetiminde kendi anadili şuurunda büyür.

  Dil düşüncenin ürünüdür, kültür ise bir düşünce mahsulüdür. Düşünce dil ile ifade edilir; dil düşüncenin üretilmesinin ve paylaşılmasının aracıdır. Güzel etkili ve doğru konuşmak ve yazmak için hem düşüncedeki kusurların hem de dile ait yanlışların giderilmiş olması gerekir. Patavatsız geveze ve yalancı, pot kıran, çam deviren, lüzumsuz, boşboğaz olarak suçlanmamak için kişilerin dile ait birikimlerini artırmaları ve sözün demini bilip keminden kaçınacak kadar dile hakim olmaları gerekir. Türkçe hem Türk kültürünü yeni kuşaklara aktarmada bir köprü vazifesi görebilir. Asırlarca eskiden gelen bazı kelimeleri atmak hastalığımız bizi köksüz, ruhsuz kıldı. Oysa o kelimeler birer kültürü de beraberinde taşıyordu. Bu bir eksiklik değildir. Aksine bir zenginliktir. 
  Eski sırf eski olduğu için atılmamalı; işlevini tamamladıysa atılır. Bu atma işi de bizlerin ya da bakanların işi değildir. Bu iş zamanın ve kültürün işidir. Aslında demek istiyorum ki dil asla ve asla müdahale istemez. Çünkü müdahale edersen doğallığını bozmuş olursun bu da yapmacık, uyduruk dili doğurur. Bugün yadsımak, çatışkı, imgesel, edimler, farkına varmak, eğretileme vb. doğrusu bu sözcükleri belde halkından bilen pek nadir çıkar. Başka bir açıdan bakınca da karşımıza batı hayranlığı çıkar. Artık hayatımızın her aşamasını batılı sözcükler kaplamış. Şöyle ki: Meclis=parlemento, Vekil=parlement, Torba=poşet, Büyük=mega, Son=final, Hasret=nostalji, Sunucu=spiker, Uğraş=hobby, Dükkan=store, Bakkal=market, Ucuzluk=dampink Merkez=center, Köşk=villa, Gezi=piknik, Yaşa, varol=oley, Yıldız=star olmuş İşte dilimizin dünü bugünü... Ne diyelim Allah akıl fikir versin bizlere. Dilimizin kıymetini bilmiyoruz vesselam. 
  Dünyaca meşhûr bilim adamı Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU,Türkçe’nin bilgisayar dili olduğunu söylüyor. Ve Batı’nın da bunu bildiği halde sırf düşmanlıktan dolayı içlerine sindiremediklerinden bahsediyor. Türkoğlu! Unutma ve affetme.. Sırf mazi düşmanlığıyla dilde varacağımız nokta çıkmaz olur öyle de olmuştur. Eski, eski olduğu için atılmaz fenâ olursa atılır. Yeni, yeni olduğu için alınmaz, iyi olursa alınır. Bunun ayrımına ne zaman varacağız. Ana sütü gibi ak ve temiz olan Türkçe’mizi –sal’a bindirdik -sel’e verdik. Yarın bir gün basınsal, gazetesel, okulsal, hükümetsel, parlementosal, marketsel, sal sal da sal... vb uydurma kaydırma kelimelerle karşılaşmayacağımızın garantisi var mı? Bir gençlik arzuluyorum her şeyiyle varlığının mazisinin, âtisinin farkına varmış bir gençlik. Üstâd Necip Fazıl’ın deyimiyle:

“Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün “dikey” leri “yatay” hale getirecek bir nidâ koparacak “Mukaddes emaneti ne yaptınız?” diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik...”

Bize bir Karamanoğlu Mehmet lazım. Hatırlayalım, Asırlaca evvel 13 Mayıs 1277’de ne demişti o büyük devlet adamı: “Şimden girü hiç kimesne kapuda ve divanda ve mecalis ve seyranda Türkçe dilinden gayrı dil söylemeye.”

AKLINIZ VE GÖNLÜNÜZLE YOLUNUZ AÇIK; ALNINIZ AK OLSUN.

 
  Bugün 3 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol